11 Kasım 2010 Perşembe

Romeo ve Juliet'ten bir hatıra...Verona...

Eee ne demişler erasmus demek gezmek demek öyleyse ben de buna yeni bi soluk kazandırıyorum ve gezmek demekte ben demek diyorum. Ve vuruyorum kendimi yollara. Uzunca bir süredir suskundum. Trieste'nin o huzurlu havası dinginleştirmiş olmalı bedenimi. İtalyanca'nın o melodik sesi ve buranın deli rüzgarı insanın başını döndürüyor çok fena. Bora buram buram eserken sıcacık odamda kös kös oturmak olmazdı, olmadı da. Tabiki boş durmadım ve güzel bir plan hazırladım kendime. Madem ki İtalyada başladık bu maceraya önce buraları bi keşfetmek gerekliydi.
                                                                                    Duydum ki günün birinde bu topraklarda bir aşk hikayesi yazılmış. Hani şu kavuşamayanların hikayesi olan var ya. Buralara kadar gelmişken o hikayeye tanıklık etmeden gitmek olmazdı elbette. Oysa sadece sevenlerin kavuşamadığı yer değildi burası. Roma ve Floransa İtalya'nın tarihini ve güzelliklerini paylaşırken Veronayı da es geçmemişti anlaşılan o ki. Yüzyıllara yenik düşmeden ayakta kalan 30 bin kişilik muhteşem bir arena ( yüzyıllar dedim ama küçümsemeyin sakın tam tamına 1.yüzyıldan kalma) ve Adige nehrinin üzerine kurulmuş o muhteşem kale ve köprüsü görülmeden geçilirmiydi hiç. Adige nehri dedim ama Garda gölünden kopup gelen bu güzel nehri anlatmadan geçmek olmaz. Şehrin güzelliğine güzellik katan bu nehir sanki hayat veriyor bu tarihe, onu suluyor, besliyor ve canlı tutuyor hep. Tıpkı o kavuşamayan aşıkların sevdasının yüzyıllardır taze kalması gibi.

Şehre adımımı attığım daha ilk an kendi kendime dedim ki "gezilmedik yer bırakmamalıyım buralarda". Karış karış her caddesini her köşesini arşınladım umarsızca. Küçük ama güzel Verona sanki her anının dolu dolu geçirmek isteyenler için yaratılmış bir şehirdi. Hani kutu gibi denir ya işte tam da öyle. Tüm tarihi ve doğal güzellikler içiçe. Ve tabiki sevginin o huzur veren hissi tüm havasına karışmış bir şekilde. İçine çektiğin ilk anda insanı etkileyen o hava. Vakit ne çabuk geçmişti oysa. Akşam olmuş ve hava kararmıştı. Anladım ki dönüş vakti gelip çatmıştı benim için. İşte o an daha bir kuvvetli çektim o havayı içime. Bu sanki bir veda havasıydı. Umursamadan son bir kez daha çektim içime usul usul ve hoşçakal dedim bu güzel şehre, kavuşamayan aşıklara..Ha bir de çok sevgili Dante'ye selamlarımı yolladım :)
Ve artık Milano yolları beni beklemekteydi tüm heyecanıyla..




Bu arada yandaki Juliet ile fotoğrafımız sakın yanlış anlaşılmasın, tamamen şans getirmesi amacıyla çektirilmiştir, bilginize :)








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder